- Yüz Yılın ilk basamağında devlet olma ufkuna kanat açan Osmanlı anlayışı; çağının diğer toplumlarına göre, çok daha ileri düzeyde sosyal kültür sahibiydi…
Bu böyledir ki:
Kısa zaman diliminde, Batı Anadolu da doğan ve boğazların öte yakasına taşarak; Rumeli topraklarını da sınırları içine katan üstün donanımlı Osman oğulları, tüm varlığıyla Bizans kapılarına dayanmıştı…
Dünyada var olan devletler ve onların halkları; gerek yaşam standartları, gerekse ilkel kültürleriyle yerlerinde sayarken; Osman Oğulları: Başta fen olmak üzere her alanda çağdaşlarından çok daha ileri bir toplumdu…
Başka türlü olsa:
Bizans’ın o kallavi surlarını yıkacak güçlü topları nereden bulacaklardı? Oklarla kılıçlarla o Bizans duvarları nasıl geçilirdi? Bu bağlamda, Fatih Sultan’ın dehası ve ileri görüşlülüğü unutulabilir mi?
Fatih’in torunu Yavuz Sultan Selim Han…
Yönünü Doğuya çevirdi. Kendisine kafa tutan Öz Türk Soylu Şah İsmail’e haddini bildirmek üzere Çaldıran Ovasına intikal edince; Ordusundaki Alevi Mezhep yanlılarının, kendileri gibi Alevi olan Şah İsmail’e karşı savaşmaya istekli görünmedikleri için önce onları, sonra da İsmail’i halletti…
Hal etti etmesine de:
O tarihten itibaren Mustafa Kemal’in varlığına kadar; Anadolu da Alevi, Sünni arası mezhep gerginliği, Türk toplumunun bütünlüğüne büyük zarar verdi… Halen de mezhepsel bu takıntı; temel din biliminden uzak; çıkar amaçlı, kör cehaletin oyuncağı olabiliyor…
Her ne ise konumuza dönelim:
Osmanlı İmparatorluğun da ve Türk Toplumunda geriliğin ilk sinyalleri, Ridaniye Savaşından sonra (1517) Yavuz Selim’in; Mısırda hüküm süren memlukların elinden Halifeliği alarak İstanbul’a getirmesiyle başlıyor…
Böylece, Osmanlı padişahları:
3 Mart 1923 tarihine kadar, tüm İslam Aleminin Hz. Muhammet adına Halifelik sorumluğunu üstlenmiş oluyor…
Dünyadaki tüm Müslüman toplumlarını inanç ve yönetim alanında kendisine bağlayan Osmanlı hanedanları, dünyada daha da güçlü hale gelerek, Üç kıtada hakimiyetini koruyor…
Ne tekim:
Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı sınırlarını Avrupa’nın ortalarına kadar genişletirken imparatorluğun gücünü tüm dünyaya kabul ettiriyor…
Yavuz Sultan Selim Halifeliği İstanbul’a taşıdıktan belirli süre sonra, sözde İslam Alimi diye bilinen din ve şeriat rehberi olarak, İki Bine yakın hoca takımı Arap’ı İstanbul’a getirtip; onları paye ve mekan sahibi yapıyor…
Onlar da:
Belirli Bir zaman diliminden sonra, gerçek İslam ı değil, Emevi anlayışının yoz ve yobazlık kokan yönüyle halka ahkam keserek; Osmanlı Toplumunu ağır, ağır gelişmekte olan Batı yenileşmesine düşman yapıyor…
Özellikle
Anadolu da yaşayan Osmanlı Halkı cahil; okuma yazma oranı % 4 lerde… Bunlarında çoğu kıyı şehirlerinde öbekleşmiş; Anadolu halkı okuma yazmadan yoksun; inançlarını, yarım, yamalak, ezbere dayalı bilgisi olan mollalardan öğreniyorlar…
İstanbul da ise:
Sarayın kilit noktaları, Sultan Selim döneminden kalma sözde din alimlerince tutulmuş; Padişahlar ve onların icra heyeti de bu girdabın burgacında, dünyada gelişen yeniliğe sırtlarını dönerek, koskoca imparatorluğu hurafe ve yobazlığa boğmuşlar…Örnekleri çoktur…
Arada sırada da olsa:
Aklı başında, bilgin kıvamında kendini yetiştirmiş, bazı bilim insanlarının yenileşme gayretleri de; ya idam sehpalarında, ya da zindanlarda son bulmuştur…
Çarpıcı Bir örnek olarak:
Dünyada o devirde eşi olmayan ve adı, DAR-ÜL RASAD-ÜL CEDİT konan rasathaneyi; padişah 3. Mehmet’i ikna ederek Tophane sırtlarına inşa eden Astronomi bilgini Takiyeddün’ün bu eseri; başta: Şeyhül İslam Kadızade Şemşettin olmak üzere yobazlar tarafından padişah ikna edilerek denizden yapılan top ateşiyle yıktırılmış olması…
Gerekçe de:
O dönemlerde dünyaya yakın geçen kuyruklu Yıldız ve salgın bir hastalığın oluşumunu, bu rasathanenin yapılışına yorma ve Allah’a karşı gelme olarak değerlendirmek oluyor…
Öte yandan:
Kanatlanarak Galata Kulesinden, Üsküdar Sırtlarına bir kuş gibi inen Hazarfen Ahmet Çelebi’nin sonu sürgün olarak Kuzey Afrika diyarlarında zindanlarda çürümek oluyor…
Bir ülkeye:
Matbaa denilen kitap yazım aracının, Avrupa aydınlamacılığından 273 Yıl sonra Osmanlı Ülkesine Bin Bir zorlukla sokulabilmesinin sonucu, geri kalmanın tek göstergesi olarak tarihe geçiyor…
Ne tekim:
1699 Karlofça anlaşmasından sonra Osmanlı; Avrupa’dan adım, adım doğuya sürülürken, Devlet-i Osmaniye de hasta ! Yatağında ölümünü bekliyordu…
Şükredelim: MUSTAFA KEMAL’E…
Şükredelim: Bizlere böylesi Bir ülkenin sahibi yapan ATATÜRK’E…
Sonuç:
Eğer inancımızın yolunda isek: 1400 Yıl önceki Arabistan aydınlama önderi olan İslam dinini, her türlü çıkar kokan hurafe temelli görüşlerinden kendimizi uzak tutacağız.
Bunun için de:
Dinimizi, kendi dilimizle okuyup öğrenecek ve günümüz dünyasının yakaladığı bilim ve teknolojiyi dinimizin emri olarak kabul edeceğiz…
Bilmem derdimi anlatabildim mi?
ANADOLU’YA DOĞAN GÜNEŞİN 104. YIL DÖNÜMÜ KURTULUŞUN İLK IŞIK GÜNÜ: ULUSUMA KUTLU OLSUN!